Author(s): Züleyha Çetiner-Öktem / Language(s): Turkish
Publication Year: 0
Günümüzde özellikle insan-merkezci bir yaklaşımın yetersiz (ve yanıltıcı) olması, teknolojiyle giderek bütünleşen, değişen, dönüşen bedenlerimizin oluşması ve bir parçası olduğumuz çevreyi değiştirdiğimiz gibi bu çevre tarafından da değiştirilmemiz beraberinde farklı bir bakış açısının da gereksinimini doğurmuştur. İçerisinde bulunduğumuz “posthüman dönüm noktası” (the posthuman turn) diye tanımlanan bu dönemde insan olmanın ne demek olduğunu anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyoruz. Posthümanizm insanın ayrıcalıklı bir varlık olmadığını, daha ziyade canlı ve cansız, insan ve insan olmayan, tüm varlıklarla birlikte aynı yatay düzlemde değerlendirilmesi gerektiğini vurgular. Ian Bogost’un da altını çizdiği gibi “Biz insanlar öğeleriz, ama felsefi ilginin tek öğeleri değiliz. OOO1 hiçbir şeyin özel bir statüsünün olmadığını herşeyin eşit varolduğunu öne sürer”2(6). Bu eşit statüdeki varlıkların aralarındaki ilişkilere bakıldığında ise müşterek “içten-etkileşim” (intra-active) oldukları gözlemlenmektedir. Karşılıklı etkileşim (interaction) yerine “içten-etkileşim” olmak Karen Barad’a göre müşterek dolanmışlığı ifade eder, zira “münferit öğeler ayrık değildir” (33). Bu bağlamda doğa ve kültürü ele aldığımızda insan ne salt doğaya ne de salt kültüre ait bir varlıktır: her ikisi de ayrıştırılamaz bir biçimde dolanmışlığı ifade eder. Bu noktada dikotomi (ikili karşıtlık) söyleminin işlevsizliğinden, yetersizliği sebebiyle doğa ve kültürü daha bütüncül değerlendirebileceğimiz terminolojiyi yine posthümanizmin çatısı altında bulabiliriz. Bruno Latour’un 1991’de yazdığı ve 1993’te İngilizceye çevrilen kitabında tireyle ayrılan “doğa-kültürler” (104) (“natures-cultures”) terimi yerine yaklaşık on yıl sonra Donna Haraway’in 2003 yılında yayımlanan Yoldaş Türler Manifestosu’nda “doğakültürler” (1) olarak birleştirilen teriminden yola çıkmak daha yerinde olacaktır. Doğakültürler kavramıyla doğal ve kültürel, bedensel ve zihinsel, maddesel ve anlamsal, vs. olan öğelerin dolaşıklığını anlamlandırabilmemiz için gereklidir. Levi R.Bryant’ın sözleriyle “insanlar artık varlığın hükümdarları değil, varlıklar arasında [vurgu orijinalinde], varlıklarla dolanmış [vurgu orijinalinde] ve başka varlıkların içine dâhil [vurgu orijinalinde] olmuşlardır” (40). Bu bağlamda posthüman varlık üst-organizmanın veya ekosistemin, bir öğesi olmakla kalmayıp, beslediği ve beslendiği diğer öğelerle de dolaşık ağsal ilişkiler içerisindedir. Bununla birlikte, insanlar, Timothy Morton’ın değişiyle, “gezegensel ölçekte jeofiziksel etkiye sahip [vurgu orijinalinde] bir varlığın parçasıdır şimdi” (9). İnsanın insan olmayan öğelerle bir asamblaj (assemblage) parçası olarak hareket etmesi, tüm dünyayı kapsayacak ve etkileyecek bir etki yaratmış, hatta dünyanın felakete sürüklenmesine neden olmuştur (Morton 20). Bu makale, bu noktalardan hareketle kıyamet sonrası bilim kurgu metinlerinde nükleer serpintinin sonucu olarak meydana gelen toksik manzaraları yukarıda değinilen posthümanizm(ler) açısından incelemeyi amaçlamaktadır. Ele alınacak metinlerden ilki Phillip K. Dick’in Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi? (Do Androids Dream of Electric Sheep?1968); ikincisi ise Walter M. Miller’ın Leibowitz için bir İlahi’sidir (A Canticle for Leibowitz 1959). Her iki romanda da gerçekleşen nükleer felaketin nedenleri insanlar tarafından unutulmuş olmasına rağmen serpintinin izleri baki kalmıştır. Toksisite toprağa, suya, havaya yayıldığı gibi organik bedenlere de sirayet etmiş, bedenlerin bozumuna sebep olmuştur. İnsan ve insan olmayan öğelerin radyasyondan etkilenmesi ve çevrelerin toksikliği, zihinle bedenin erimesine, dünyanın çürümesine, erozyonuna uğramasına ve dönüşmesine neden olması bakımından özellikle ekolojik posthümanizm açısından da incelenmeye elverişlidir.
More...